Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, Türkiye'de mesleki eğitimde son dönemde atılan adımları, mesleki ve teknik ortaöğretim kurumları ve ezber bozan liseler ile mesleki eğitim merkezlerinin dönüşümüne dair AA Analiz'in sorularını yanıtladı.
Soru: Milli Eğitim Bakanlığının son dönemde mesleki eğitime özel önem verdiği gözlemleniyor. Türkiye'nin mesleki eğitim serüvenine bakıldığındaysa ciddi badireler atlatıldığını görüyoruz. Türkiye'nin mesleki eğitim serüveninde hangi kırılmalar yaşandı?
Özer: Türkiye'deki mesleki eğitimin yapılanmasıyla ilgili iki kritik aşama var. Birincisi; devlet geçmişte hem eğitim arzını sağlıyordu hem de hizmet ve üretimde aktifti. Dolayısıyla devlet, üretim ve hizmet sektöründe eğitimin yanı sıra ana istihdam sağlayıcı olarak da görev ifa ediyordu. Her türlü alanda ana sağlayıcı devletti. Dolayısıyla devlet bir taraftan eğitim verirken diğer taraftan istihdam kaynağı olarak üretimi ve hizmet sektörünü devam ettiriyor ve arz-talep dengesini sağlayabiliyordu. Ancak tüm dünyada devlet, üretim ve hizmet sektöründen çekildi. Devlet, üretim ve hizmet sektöründen çekildiği zaman, dünyada olup da Türkiye'de olmayan bir şey meydana geldi. Dünyada, özellikle kıta Avrupası'nda, devlet üretim-hizmet sektöründen çekilirken, eğitimden de özellikle mesleki eğitimden de çekildi. Bu süreçte mesleki eğitimde özel sektörün payı artmaya başladı. Bu dönüşüm çok anlamlı bir dönüşümdü. Artık iş gücü piyasasındaki ana istihdam kaynağı özel sektör oldu. Dolayısıyla arz-talep dengeli şekilde ilerleyebildi. Türkiye'de ise üretim ve hizmet sektörü, özel sektöre yani iş gücü piyasasına kayarken, mesleki eğitim devletin üzerinde kaldı. Dolayısıyla arz-talep arasında planlamayla ilgili olumsuz bir süreç yaşandı.
Devlet, özellikle son 20 yılda, özel sektörün mesleki eğitimdeki payını artırmak için teşvikler getirmesine rağmen istenen oranda bir katılım sağlanamadı. İkinci bir konu olarak şunu da belirtmek gerekiyor: 1999 yılında, din öğretimi ve mesleki eğitim mezunlarının yüksek öğretime geçişini engelleyen katsayı uygulaması gündeme geldi. Katsayı uygulaması, Türkiye'de mesleki eğitimin travmalı hale dönüşmesine sebep oldu. Katsayı uygulamasıyla mesleki eğitim, başarılı öğrencilerin tercih etmediği, hiçbir yere yerleşemeyen, eğitimle ilgili kariyer planlaması yapmayan öğrencilerin homojen şekilde kümelendiği, öğretmenlerin de zaman içerisinde başarı beklentisinin düştüğü ve artık devamsızlıkların, okul terklerinin olduğu bir eğitim türüne dönüşmeye başladı. Bırakın iş gücü piyasasının ihtiyaç duyduğu insan kaynağını karşılamayı, normal lise türü olarak başarılı eğitim vermede dahi sıkıntılar yaşamaya başladı.
Soru: Yeni sistemde yaptığınız kritik hamleler neler oldu?
Özer: İlk olarak arz-talep dengesiyle ilgili üretim ve hizmet sektöründen devletin çekilmesi ve mesleki eğitimin devlette kalması, ikinci olarak da katsayı uygulamasının getirmiş olduğu travmalar, bunların hepsinin çözümüyle ilgili ana paradigma değişikliği şu oldu: İş gücü piyasasının temsilcilerini mesleki eğitimin tüm eğitim süreçlerine dahil ettik.
İşverenler, iş gücü piyasasının temsilcileri artık sadece atölyede masa yapan ve MEB'e devreden bir paydaş değil. Müfredatın birlikte güncellendiği, öğrencilerin işletmede beceri eğitimlerinin birlikte planlandığı, öğretmenlerin işbaşı ve mesleki gelişim eğitimlerinin birlikte düzenlendiği ve istihdama öncelik veren yani devletin, Bakanlığın ve sektörün tüm imkanlarının iç içe geçtiği, deneyimlerinin, müktesebatının zerk edildiği bir eğitim türüne dönüşmüş oldu. Bu dönüşüm, eğitimin kalitesini artırdı. İş gücü piyasasının mesleki eğitime bakış açısı değişti. İş gücü piyasası eğitim süreçlerine de katılıyor artık. Bu durum bir anda öğrencilerin mesleki eğitimi tercih edebilmelerine de yansıdı. Tüm iş gücü piyasasının temsilcileri destek verince, mesleki eğitim verdiğimiz tüm alanlardaki iş birlikleri kısa sürede tamamlandı. Türkiye'nin açılım yapacağı alanlarla ilgili güçlü meslek liseleri yaptık. Bunun ilk adımını ASELSAN ile attık. ASELSAN lisesini kurmadan önce MEB, savunma sanayii alanında hiçbir eğitim vermiyordu.
Düşünün, Türkiye savunma sanayii alanında güçleniyor. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın konuşmalarına bakarsanız, 20 yıl önce savunma sanayiinde yerli katkı payı yüzde 20 iken bugün yüzde 80'e çıktı. Çok ciddi bir dönüşüm var. Bu dönüşümü insan kaynağı ile yaparsınız. O zaman orta öğretim seviyesinde de insan kaynağını yetiştirmemiz lazım. Kurmuş olduğumuz ASELSAN Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi yüzde 1'lik dilimden öğrenci aldı. Sonra İTÜ Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'ni kurduk. Sonra yazılım alanında Teknopark İstanbul Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'ni kurduk. Mikro mekanikte Tophane Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'ni kurduk.
Bunun gibi tüm alanlarda gerçekten diğer meslek liselerine rol model olabilecek okullar açtık. Bu, Türkiye'de meslek liseleri ve mesleki eğitimle ilgili algıyı tersine döndürdü. Meslek liseleri, başarısız öğrencilerin gittiği okul türünden tam tersine döndü. Akademik olarak başarılı öğrencilerin tercih ettiği bir okul türüne dönüştü. Yüzde 1'lik dilimden, Türkiye'nin farklı şehirlerinden öğrenciler artık meslek liselerini tercih ediyor. 1999'daki 28 Şubat sürecinde, başarılı öğrencilerin din öğretiminden ve mesleki eğitimden uzaklaştığı süreci tersine çevirdik. Meslek liseleri tekrardan başarılı öğrencileri bünyesine toplamaya başladı. Bu aynı zamanda meslek liselerindeki üretim kapasitesiyle eş zamanlı şekilde yürüyor. Meslek liseleri döner sermaye kapsamında eğitim verdiği alanlarda üretim yapıyorlar ve gelir elde ediyorlar. Meslek liseleri ya okul ihtiyacını gideriyor ya Milli Eğitim Bakanlığından farklı müdürlüklerin ihtiyacını gideriyor veyahut da bölgesindeki kaymakamlığın, valiliğin, kamu kurum kuruluşlarının ihtiyaçlarını gideriyor.
Soru: Yeni sistemin öğrencilere sunduğu avantajları neler?
Özer: Türkiye'deki tüm meslek liselerinin geliri 200 milyon bandındaydı. Kapasiteyi artırmayla ilgili çok kapsamlı bir çalışma yaptık. Öncelikle il müdürlüklerimizle toplantı yaptık. "Neden eğitim verdiğimiz tüm alanlarda üretim yapamıyoruz?" sorusuna cevap aradık. Bu noktada şunu gördük: Meslek liseleri masa ve sıra üretiyor. Oysa biyomedikal cihaz teknolojisi var fakat orada bir şey üretilmiyor. Bilişim teknolojisi var, orada bir şey üretilmiyor. Meslek liselerinin eğitim verdiği tüm alanlarda üretim yapması lazım ki, öğrenciler aktif olarak süreçlerde yer alabilsin. Bunun üç faydası var. Birincisi; öğrencilerimiz ürettiği zaman yaparak öğreniyor. Yaparak öğrenme, üreterek öğrenme en kalıcı öğrenme biçimi. Hem öğrenmeyi kolaylaştırıyor hem de kalıcı oluyor. İkinci olarak; yapılan üretimler günlük teknoloji ile eş güdümlü olduğu için öğrencilerin istihdam edilebilirlikleri artıyor. Çünkü öğrenciler güncel teknolojiye göre üretim kapasiteleri ve becerilerini geliştiriyor. Üçüncü olarak da öğrenciler döner sermaye katkıları ölçeğinde pay alıyorlar. Bir mesleki ve teknik Anadolu lisesi öğrencisi asgari ücrete kadar, bir öğretmen ise iki asgari ücrete kadar mevcut öğretmenlik maaşı ve ders ücretlerinin haricinde pay alabiliyor. Bu müthiş bir imkan. Dolayısıyla yeni sistemde üretime katkı veren, katkısı ölçüsünde bunun karşılığını almış oluyor.
Başlangıçtaki portföyü düşünün, katsayı uygulamasındaki durumu; akademik olarak başarısız, sosyo-ekonomik olarak alt gelir grubundaki vatandaşlarımızın çocukları, imkanları sınırlı olan çocuklar, meslek liselerinde kümeleniyordu. Bu durumu üretimle eşleştirdiğiniz zaman, artık bu çocuklar para almaya başladılar, ceplerine para girmeye başladı. Biz, 200 milyonluk üretim bandını 2021 yılında 1 milyar 162 milyona çıkardık. Yaklaşık 6 katlık bir artıştan söz ediyorum. 2021 yılında katkı payları olarak öğrencilerimize yaklaşık 50 milyon, öğretmenlerimize de 110 milyona yakın para dağıttık. Böylece öğrencilerimizin bir taraftan üretimden haz alması, öğrenmeyi pekiştirmesi, meslek eğitimiyle ilgili güncel gelişmeleri takip edebilmesi, aynı zamanda da okurken cebine harçlık girmesi, kendi ihtiyaçlarını kendilerinin giderebilmesi, emekle hakkaniyetli bir ilişki kurabilmeleri ve ailelerine yardımcı olabilmeleri gibi birçok olumlu etki yarattık. Bu, aynı zamanda toplumda mesleki eğitime bakışı da değiştirdi. Öyle okullarımız var ki öğrenciler 4-5 bin lira para kazanabiliyorlar. Asgari ücretin bile üzerinde para kazanılan alanlar var. Bunlar hem öğrencilerimizin mesleki eğitimi algılaması hem de ailelerin, çevrenin algılaması açısından çok önemli hadiseler.
Soru: Mesleki eğitimin üretime katkısı nedir?
Özer: İş gücü piyasasının temsilcileriyle yaptığımız yönetim modelindeki değişiklik, aynı zamanda üretim kapasitesindeki hızlı artış, bir taraftan mesleki eğitimin kendine güvenini, "Ben yapabilirim, ben toplumda ihtiyaç duyulan insan kaynağının yerini alabildiğim gibi, toplumun ihtiyaç duyduğu malzemeler ve enstrümanlar da üretebilirim" şeklindeki algıyı pekiştirdi. Eş zamanlı olarak bu süreç Kovid-19 dönemine denk geldi. Kovid-19 sürecinde toplumun acil ihtiyaç duyduğu maske, dezenfektan, yüz koruyucu siperlik, maske makinası, solunum cihazı, hızlı antijen kiti gibi sağlık sektörünün ve vatandaşlarımızın acilen ulaşması gereken malzemelerin tedarikinde müthiş bir fonksiyon icra etti.
O günleri hatırlayın, ülkelerin bu malzemelere erişimde çok sıkıntı çektiği dönemlerdi. Bu süreçte tüm dünya şunu gördü: Üretemediğiniz zaman satın alamayabilirsiniz. Yani paranızın olması her üretilen şeyi satın alabileceğinizi garantilemiyor. Meslek liselerimizin Kovid-19 sürecindeki performansı, Cumhurbaşkanı'mızın sıklıkla dile getirdiği "yerli ve milli üretimin" orta öğretim seviyesinde ne kadar güçlü bir şekilde altının doldurulduğunu göstermesi bakımından çok büyük bir örnek teşkil etti.
Soru: Mesleki eğitimde fikri mülkiyeti ve markalaşmayı özellikle vurguluyorsunuz. Fikri mülkiyet düşüncesinin arkasında yatan motivasyon nedir?
Özer: Biz oradaki süreci fikri mülkiyetle taçlandırdık. Mesela Bakanlığımızın bu patent, faydalı model, marka ve tasarımla ilgili bir kültürü yoktu. Sembolik, fen liselerinde, bilim-sanat merkezlerinde, çocuklarımızın ve bazı gayretli öğretmenlerimizin bireysel çabalarıyla tesciller alınıyordu ama Bakanlık düzeyinde bir kültür yoktu. Biz mesleki eğitimdeki bu üretim kapasitesinin artmasını hemen burayla ilişkilendirdik. Türk Patent ve Marka Kurumu ile bir iş birliği modeline gittik. Dedik ki, öncelikle tüm il müdürlerimize, mesleki eğitimden sorumlu şube müdürlerimize, öğretmen ve öğrencilerimize fikri mülkiyet kültürü verelim. Bu çok kritik bir şey. Bizim en büyük sermayemiz beşeri sermayemizdir. Bu beşeri sermayenin şekillendiği ortaöğretim, temel eğitimde bu kültür olmazsa, bir anda yüksek öğretimde bunun ortaya çıkması mümkün değil. Zaten eğitime sistemik bir şekilde baktığınız zaman birbirini beslemesi lazım. Bununla ilgili bir çalışma başlattık. Çok hızlı şekilde iş birliğine gittik ve kısa süre içerisinde MEB sadece mesleki eğitimde değil, bilim-sanat merkezlerinde, fen liselerinde, özel eğitim okullarında çok ciddi bir fikri mülkiyet kültürü yaygınlaştırmaya başladı.
MEB, son 10 yılda -bizim erişebildiğimiz veriler o şekilde- yıllık ortalama 2,9-3 tane fikri mülkiyet tescili alırken, 2022 yılında 7 bin 200 tescil aldı. Daha 2022'nin ortasındayız. 7 bin 200, müthiş bir rakam ve ilk defa mesleki eğitim sadece tescil almadı, tescil almış olduğu 74 tane ürünün de ticarileşmesiyle ilgili çok önemli bir adım attı. Mesleki eğitimin nereden nereye doğru evirildiğine bakın. Ama bunlar tek başına tek bir adımla değil, birden fazla, eş zamanlı atılan adımlarla gerçekleştirilen şeyler. Üretim süreci arttı. Ürettiği ürünlere ihtiyaç duyan sadece iç piyasa değil, yurt dışına da ihracat yapmaya başladı Türkiye. Maske ihracatını yaptı, Şırnak'ta şal şapik kumaşını ihraç ettiler. Geçen gün İstanbul'da bir okulumuz bir temizlik malzemesiyle ilgili Portekiz'e ihracat yaptı, tır uğurlaması yaptık. Artık meslek lisesi öğrencileri sadece eğitim almıyorlar, üretim, inovasyon ve ticarileştirme boyutlarını da öğreniyorlar.
Soru: Mesleki eğitimde paydaşlarla iş birliğinde nasıl bir model izleniyor?
Özer: Bizim eğitim-öğretim ile istihdam ilişkisini güçlendirirken istediğimiz şu idi: Türkiye'nin tüm kazanımlarını tüm müktesebatını tek bir noktaya teksif edebilme becerimizi gösterebilmek. Yani mesleki eğitim tek başına MEB'in işi değil çünkü her alanın ilgili bir paydaşı var. Turizm sektöründe Kültür ve Turizm Bakanlığı var. Tarımla ilgili sektörlerde Tarım ve Orman Bakanlığı var. Biz tüm alanlarla ilgili birikimi mesleki eğitimle birleştirmeye çalıştık. Niye İstanbul Teknik Üniversitesi ile sonrasında Yıldız Teknik Üniversitesi ile bir iş birliği yaptık? Çünkü bu iki üniversite, Türkiye'de mühendisliğin en köklü kuruluşları arasında yer alıyor.
Biz eğitim, üretim ve istihdam süreçlerini eğitim süreciyle derç edelim istedik. MEB olarak ilgili tüm paydaşları, üretim kısmını iş gücü piyasasıyla bağlantılı şekilde, istihdamı ise iş gücü piyasasının temsilcileri üzerinden aktif olarak sürece dahil etmek istedik. Bu anlamda kamu kurum kuruluşlarının hepsiyle hemen hemen iş birliği yaptık; ASELSAN'dan Teknopark'a, bakanlıklara kadar iş birliği yaptık. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile "81 İlde 81 Mesleki Teknik Anadolu Lisesi" sürecini başlattık. Bu rakam yüzleri geçti. İstanbul Sanayi Odası ile iş birliği yaptık. Çok ciddi rakamlara ulaştık ve son görüştüğümüzde artık İstanbul'daki tüm meslek liselerini içerecek şekilde bir iş birliğine gideceğiz. Sembolik bir okul ve iş birliği değil, sektörün tüm temsilcilerinin aktif olarak okullarda yer aldığı, kendilerinin ihtiyaç duyduğu insan kaynağını, hangi becerilere gerek duyuyorsa o şekilde yetiştirebileceği bir mesleki eğitim evresine doğru taşıma yolunda çok hızlı adımlarla ilerliyoruz.
Soru: Mesleki Eğitim Merkezleri'nde ne gibi atılımlar söz konusu?
Özer: Bildiğiniz gibi Türkiye'de mesleki eğitim iki alanda, iki dalda ilerliyor. Birincisi; mesleki ve teknik Anadolu liseleri, ikincisi de Mesleki Eğitim Merkezleri. Mesleki Eğitim Merkezleri, bizdeki geleneksel Ahilik teşkilatından gelen, fütüvvet ahlakından kaynaklanan, onun derç edildiği, çıraklık, kalfalık, ustalık eğitiminin olduğu, aynı zamanda Almanya'daki ikili (dual) mesleki eğitimin de karşılığı olan bir yapı. Niye? Çünkü öğrenciler haftada bir gün okula gidiyor, geriye kalan tüm günlerde, haftanın 4-5 günü reel iş ortamında, işletmede, firmalarda çalışıyor ve eğitim alıyorlar. Yani hem okul temelli hem işletme temelli eğitimin aynı anda bir eğitim sistemine derç edildiği bir eğitim sistemi ve çok başarılı. Bu Mesleki Eğitim Merkezleri'ndeki istihdam oranı mesleki ve teknik Anadolu liselerindeki istihdam oranından çok daha yüksek. Yüzde 88 civarında, çok başarılı bir model.
Soru: Mesleki Eğitim Merkezleri'nin başarısını artırmak için nasıl bir model geliştirildi?
Özer: Mesleki Eğitim Merkezleri kapasite olarak istenilen performansta değil. Özellikle genç işsizliğini azaltmayla ilgili çok ciddi enstrüman sağlamasına rağmen aktif olarak verimli şekilde kullanılamadığını gördük. Bunun için attığımız iki tane önemli adım oldu. Birincisi; bu okullar 4 yıllık eğitim vermesine rağmen öğrenciler lise diplomasına erişemiyorlardı. Yani açık öğretime girmeleri, kayıt yaptırmaları gerekiyordu. Esnek bir model gerçekleştirdik ve okurken, haftada bir gün okula gelirken o dersleri de alabileceği bir mekanizma kurduk ve lise diplomasına erişimlerini artırdık, kolaylaştırdık. Bu adım, 87-90 bin civarında olan çırak, kalfa, usta sayısını 159 binlere ulaştırdı ama yine istediğimiz gibi ilerlemedi. Çünkü özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin gerçekten çok ciddi çırak, kalfa ve usta ihtiyacı var. Hatırlarsanız Türkiye'de "aradığım çırağı bulamıyorum", "kalfa bulamıyorum" retoriği çok yaygındı. Daha sonra Mesleki Eğitim Merkezleri'nin hem iş gücü piyasası hem de oraya giden insanlar için cazip olabileceği bir mekanizmanın yasal dayanaklarını oluşturduk. 25 Aralık 2021'de 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu'nda çok radikal iki değişiklik yaptık.
Soru: Mesleki Eğitim Kanunu'ndaki değişikliklerin kapsamı nedir?
Özer: Birincisi; 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu kapsamında, Mesleki Eğitim Merkezleri'ne devam eden öğrencilerin her ay aldıkları asgari ücretin yüzde 30'u büyük oranda işveren tarafından ödeniyordu. Bu ödenen miktarın tamamını devlet olarak üzerimize aldık. Artık işverenin üzerinde bu süreçlerden dolayı maddi olarak hiçbir yük bulunmuyor. Tüm yük artık devletin üzerinde.
İkincisi; önceki sistemde üçüncü yılın sonunda başarılı olup kalfa olan öğrenciler asgari ücretin yüzde 30'unu almaya devam ediyordu. Bu noktada ise öğrenci çıraklıktan kalfalığa geçtiği için ücreti değiştirdik, yüzde 50'ye çıkardık, asgari ücretin yüzde 50'sine. Yani şu anda Mesleki Eğitim Merkezi'ne başlayan bir öğrenci her ay asgari ücretin yüzde 30'u kadar ücret alıyor. Her ay bunun tamamını devlet veriyor. Öğrenci üçüncü yılın sonunda ise asgari ücretin yarısı kadar ücret alıyor. Bunun da tamamını devlet veriyor. Ayrıca tüm öğrenciler iş kazalarına ve meslek hastalıklarına karşı devlet tarafından sigortalanıyor.
Şimdi işveren olarak düşünün: "Ya ben çırak alacağım ve tüm masrafı devlet verecek. Devletin benden istediği şey nedir? O çırağın MEB'in çerçevesini çizmiş olduğu müfredatla çok iyi yetişmesini sağlamak." Şimdi siz istemez misiniz çırak almak? Bir usta öğreticinin başında 12 tane çırak varken bunu da 40'a çıkarttık. Bunun, reklam yapmadan sahada hızlı bir şekilde yayıldığını gördük. Gördük ki gerçekten sağlıklı, herkes için cazip bir model oluşturduğunuz zaman, çok fazla reklam yapmanıza gerek yok. Hızlı bir şekilde herkes farkına varıyor atılan adımların.
Soru: Kanun değişikliğinin etkilerini gözlemlediğinizde nasıl bir değişim söz konusu?
Özer: Biraz önce bahsettiğim 159 bin öğrenci sayısı, bu kanun değişikliğinden sonra bugün itibarıyla 520 bine ulaştı. Yani, 5 ay gibi bir sürede 3 katı bir artış oldu tüm Türkiye'de. Çok ciddi şekilde insanların artık Mesleki Eğitim Merkezleri'ne kayıt yaptırdığını görüyoruz. Buradaki en büyük avantajlardan birisi Mesleki Eğitim Merkezleri'ne kayıt yaptırmak için yaş sınırlamasının olmaması. Ortaokul mezunu olmak yeterli. 20 yaşındaki bir vatandaşımız da Mesleki Eğitim Merkezleri'nden yararlanabilir, 25 yaşındaki, 30 yaşındaki kişiler de yararlanabilir. Şunu görmek çok güzel; Mesleki Eğitim Merkezleri'ne gelen kişilerin yüzde 50'den fazlası 18 yaş üzeri. Tam istediğimiz gibi kurduğumuz sistemin Türkiye'deki genç işsizliği azaltmak, istihdam kapasitesini güçlendirmekle ilgili ne kadar güçlü bir mekanizma olduğunu kısa sürede görmüş olduk.
İkinci önemli nokta ise şu; kadınların, kadınlarımızın bu eğitim türüne rağbeti arttı. Daha önceki yıllarda kadınlarımızın mesleki eğitime katılımı 25 bin bandında iken bugün 100 binin üzerine çıktı. 2022'nin sonlarına kadar Cumhurbaşkanı'mızın açıkladığı gibi bir milyon gencimizi, erkeğimizi, kadınımızı, Mesleki Eğitim Merkezleri ile buluşturmayı hedefliyoruz. İki ay içerisindeki hedefimiz de 750 bin bandına ulaşmak.
Soru: Mesleki eğitim merkezindeki öğrenciler ile iş veren birbirini bulabiliyor mu? İş arayan öğrenci ve eleman arayan işveren birbiriyle nasıl iletişim sağlıyor?
Özer: Şimdi Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, İstanbul Ticaret Odası, İstanbul Sanayi Odası, Ankara Ticaret Odası ve Ankara Sanayi Odası, tüm sektör temsilcilerini kullanarak bir yazılım yaptık, inşallah yakında paylaşacağız. Artık bir öğrenci kayıt yaptığı zaman kayıt bilgileri ve istediği işletme alanları o sisteme düşecek. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ve onun tüm odaları, borsa başkanlıkları, ticaret-sanayi odaları, hepsi, o illerde, o gençlerin eğitim alabilecekleri işletmeleri hemen bulup sisteme işleyecekler ve dolayısıyla süreci artık biz o temsilcilerle birlikte yöneteceğiz. İnşallah 2022'nin sonunda 1 milyon gencimizin Mesleki Eğitim Merkezleri'nde bulunduğunu kamuoyuna duyurmanın da mutluluğunu yaşayacağız.
Artık işletmeler, işverenler "Bu benim için çok iyi bir mekanizma, ben çırak bulayım." diyor ve çırak bulmak için uğraşıyor. Genç de "Böyle bir mekanizma var, ben bundan yararlanayım." diyor. Dolayısıyla işleyiş, MEB'den eğitim almak isteyenle, ona eğitim vermek isteyen ve istihdam etmek isteyen birimler arasında dönmeye başlıyor. Şu anda farklı illerimizdeki sektör temsilcileri, bildiğiniz gibi çırak alabilmesi için usta öğretici olması lazım, usta öğretici temin etmeye çalışıyor. O açığını kapatmaya çalışıyor ki bu imkandan yararlanabilsin. Tabii biz gittiğimiz her yerde, her platformda, medyada sürekli bu imkanları vatandaşlarımıza anlatmaya çalışıyoruz. Tüm arkadaşlarımız illerde, özellikle odalarla, oda başkanlıklarıyla, kendileri için bu imkanın ne kadar kıymetli olduğunu, ne kadar önemli fırsatlar sunduğunu anlatmaya çalışıyor.
Soru: Mesleki eğitimde atılan bu adımların Türkiye'de istihdama katkısı ne olacak?
Özer: Zaten süreç bizim öngörümüzün, beklentimizin çok ötesinde hızla ilerliyor. Bu da aslında artık paydaşların farkında olduğunu ve kendi eksikliklerini gidererek sürece aktif olarak katılmak için çabaladıklarını gösteriyor. Ben, 2022'nin sonuna kadar bu anlamda çok büyük bir atılım olacağını, bunun Türkiye'deki genç işsizliğinin azaltılmasında çok önemli bir katkı sunacağını düşünüyorum. Sonraki aşamalarda sadece işgücü piyasasının ihtiyacı olan değil, yurt dışına da bu alanlarla ilgili ihtiyaç olan yerlerde, mesela kaynakçılıkla ilgili kendi ihtiyacımızı karşıladıktan sonra belki yurt dışına da kaynakçı ihraç edeceğiz ve bunların cari açığın kapanmasına çok kıymetli katkıları olacak.
Soru: Mesleki eğitim alanındaki yeniliklerden biri olan uluslararası mesleki ve teknik Anadolu liseleri ile ne hedefleniyor?
Özer: Mesleki eğitimle ilgili tüm bu gelişmeleri biraz daha farklı bir boyuta taşıyabilmek ve özellikle gönül coğrafyamız Balkanlar'daki insanlarımızın da bu süreçlerden aktif olarak yararlanmaları için Türkiye'de 7 tane uluslararası mesleki ve teknik Anadolu lisesi kurduk. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile birlikte süreçleri yönetme üzerine de bir iş birliği protokolü yaptık. Burada aktif kurum Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığımız olacak. Bu sene ilk defa her okula 10 tane olmak üzere 70 tane uluslararası öğrenci alacağız. Türkiye Cumhuriyeti olarak bu gençlerin Türkiye'yi tanımalarını, kültürel olarak bu atmosferi yaşamalarını ve ülkelerinin mesleki anlamda insan kaynağı ihtiyacını karşılamalarını sağlayacağız.